İngiliz The Economist, Alman Stern ve ABD merkezli Foreign Policy’nin ardından The Guardian da skandal bir Türkiye analizi ile okurlarının karşısına çıktı.
Makalenin yazarı Simon Tisdall yazısında ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO ve demokratik ilkelere karşı giderek artan düşmanca tutumu artık cezasız kalamaz’ ifadesine yer verdi.
Skandal ifadelerin bulunduğu makalede şu ifadeler yer aldı;
Türkiye’nin, Batı’nın “hayati öneme sahip stratejik bir müttefiki” olduğu, ABD Başkanı Joe Biden ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg gibi insanların öne sürdüğü türden bir söylem. Şimdiye kadar sürdürülen bu eski tabir artık gerçekleri yansıtmıyorsa? Ya Türkiye’nin lideri bunu kullanarak yalancı bir ortaklık bahanesiyle Batı’nın çıkarlarına ihanet ediyorsa? Bu lidere bir zaaf, bir tehdit hatta dışlanmış bir düşman olarak davranılması gerekmez mi?
‘TÜRKİYE’NİN GÜVENİRLİĞİ SONA ERDİ’
Coğrafya değişmiyor. Türkiye, Avrupa, Asya ve Orta Doğu’yu birbirine bağlayan bir kavşakta önemli bir etkiye hakim durumda. Ancak, Türkiye’nin -asabi padişahı- Cumhurbaşkanı’nın 20 yılı aşkın zamandır ülkesinde ve dışarıda izlediği giderek saldırganlaşan, otoriterleşen ve hizipçi politikalar, uzun süredir var olan varsayımları altüst etti. Batı’nın güvenilir bir müttefiki olarak Türkiye’nin güvenilirliği ve yararlılığı hemen hemen sona erdi.
Türkiye’nin en önemli seçimleri hararetli bir dönüm noktasına doğru ilerlerken ve Batı demokrasileri Rusya Devlet Başkanı Putin yüzünden Ukrayna’da ve İran’da, Suriye’de İsrail-Filistin’de kritik seçimler yapmayı değerlendirirken, bu ikilemler tek bir temel soruya bağlanıyor; iki yüzlü Erdoğan’ın Batı’nın dostu olmadığını kabul etmenin ve ona göre cezalandırmanın zamanı gelmedi mi?
Erdoğan’ın İsveç’in NATO’ya katılma girişimini engellemesi, hasmane tutumun en son ve en korkunç örneği. Erdoğan, Stockholm’ün militan Kürt örgüt PKK “teröristlerini” barındırdığını iddia ediyor. Gerçekte ise vetosunun nedeni, seçimlerden önce HDP’nin kapatılmasına yönelik yasal hamleler de dahil olmak üzere uzun süredir var olan Kürt karşıtı kan davasından kaynaklanıyor. NATO anlaşmazlığı, şimdi bir dizi Kur’an yakma, diplomatik protestolar ve şiddet dolu misillemeler arasında patlama tehlikesi barındırıyor.
Erdoğan ayrıca, İsveç’ten, başarısız darbe girişimini desteklemekle itham ettiği Zaman gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Bülent Keneş de dahil siyasi mültecileri iade etmesini istiyor. Gazetecileri hedef alan sindirme taktikleri, kamuoyu tartışmalarını bastırmak, anayasayı manipüle etmek, hakimlere boyun eğdirmek, orduyu ve kamu kurumlarını tasfiye etmek ve fiili tek adam rejimini güçlendirmek için darbe sonrası daha geniş kapsamlı hamlelerin bir parçasını oluşturuyor.
‘NATO’NUN BİRLİK ÇABALARINI BALTALIYOR’
Türkiye’nin NATO üyeliğini iç siyasi amaçlar için kullanmak, tipik bir Erdoğan hamlesi. Ancak bu hamle, İsveç’in (ve Finlandiya’nın), Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra savunmalarını güçlendirmeye yönelik meşru taleplerinin önüne engel çıkarırken NATO’nun birlik ve kararlılık çabalarını da baltalıyor. Bu, Erdoğan’ın, NATO ortakları yerine Moskova tarafında yer aldığı ilk hamle değil.
Türkiye Cumhurbaşkanı, Ukraynayla ilgili yaptırımları kabul etmiyor ve köstek oluyor. Türkiye’nin Rusya ile ticareti işgalden sonra geçen altı ayda yaklaşık yüzde 200 büyüdü. Rus hava savunma füzeleri satın alması, onları NATO güçleri için tehdit olarak gören Washington’u kızdırdı. Ukrayna ara bulucusu gibi tavır takınması, Putin’in barışla ilgileniyormuş yalanını sürdürmesine yardım ediyor.
‘BATI’YA DAHA ZARAR VERİYOR’
Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyine yeni bir silahlı işgal planı, ABD’nin önderlik ettiği, Esad karşıtı demokratik muhalefeti destekleme ve İslamcı terörü defetme çabalarına da ters düşüyor. Aslında, Suriye ve Irak sınırına yönelik istikrarsızlaştırıcı saldırı ve işgaller, Erdoğan’ın Kürtlere yönelik saplantılı savaşının bir başka uzantısı niteliğinde. Şam ile olası yakınlaşması, Batı’nın güvenlik politikalarına daha da zarar veriyor.
Erdoğan’ın Putin ile tiksindirici anlamsız konuşmaları, Ukrayna hakkındaki ikiyüzlülüğü, yeni Osmanlıcılığı ve aralıklı olarak NATO üyesi Yunanistan’a yönelik saldırganlığı kötü niyetin bir kanıtı olarak yeterli değilse o zaman ülkesinin demokrasisine karşı olan savaşını düşünün. İnsan hakları ihlalleri bir yana Erdoğan, Türkiye ekonomisini büyük bir karmaşaya soktu. Enflasyon yüzde 58 oranında, hayat standartları düştü. 18 ila 25 arasındakilerin yüzde 70’ten fazlası başka bir yerde yaşamayı tercih ettiiğini ifade ediyor.
‘ERDOĞAN NORMALİN DIŞINDA’
Normal bir demokratik yarışmada, böyle bir beceriksizlik Cumhurbaşkanlığına ve AK Partinin TBMM çoğunluğunu kaybetmesine mal olurdu ama Erdoğan, normalin dışında. Son haftalarda, asgari ücreti yüzde 55 artırdı, emeklilik yaşını düşürdü, kamu sektöründeki maaşları artırdı ve kredileri genişleterek borç affı getirdi. Tüm bunlar, oy kazanmaya yönelik devlet tarafından finanse edilen girişimlerdir.
Aynı zamanda Erdoğan, rakiplerini saf dışı etmeye kararlı görünüyor. HDP’nin en bilinen lideri Selahattin Demirtaş hâlâ cezaevinde. Erdoğan istediğini yaptırırsa, yakında Demirtaş’a İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da katılabilir.
Devlet kontrolündeki medyanın sorgulamadığı ve korku atmosferiyle gizlenen seçim rüşvetleri ve siyasi entrikalar, Erdoğan’ın bir başka zaferine işaret ediyor. Altı muhalefet partisi, Millet İttifakı adında bir ittifak kurarak geçen hafta, diğer şeylerin yanı sıra cumhurbaşkanının yetkilerinin kısıtlanacağı taahhüdünde bulundukları bir manifesto yayımladı.
Ancak henüz bir aday hususunda anlaşmaya varamadılar. Anketler, HDP olmadan da Meclis çoğunluğunu ele geçiremeyeceklerini gösteriyor.
CEZALANDIRICI ÖNLEMLER DAHA DA ARTIRILMALI
Bütün bunlar bizi asıl soruya geri götürüyor; Batı demokrasileri, tekrar kazandığını farzedersek, Erdoğan’la ilgili ne yapacak? Kişisel yaptırımlar da dahil olmak üzere daha fazla yaptırım bir olasılık. ABD’li senatörler, NATO’yu sabote etmeye devam ederse Ankara’nın, Biden’ın söz verdiği F-1 savaş uçaklarından mahrum kalabileceğini öne sürüyorlar. AB üyelik müzakereleri de resmen süresiz olarak durdurulabilir. Yine de Erdoğan’ın dikkatini çekmek için cezalandırıcı önlemlerin daha da ileri gitmesi gerekecek.
Aşırı temkinli, riskten kaçınan Biden ve Stoltenberg, eski, geçerliliğini yitirmiş düşünceleri bir kenara bırakmalı. Erdoğan’a, NATO’nun, kuralların yanında bir değerler topluluğu olduğu hatırlatılmalı; İsveç ve Finlandiya’nın 30 üyenin oyuyla ittifaka katılması sağlanmalı ve gerekirse Türkiye’nin üyeliği askıya alınmalı.
Türkiye zorlu bir çevrede bulunuyor. Hiç kimse, liderlerinden barış ve sevgi beklemiyor. Yine de değerli bir müttefik olabilir. Ama Türkiye vazgeçilmez değil. Gerekirse, Batılı demokrasiler, o olmadan da güven içinde yaşayabilir. Ta ki Ankara’nın huysuz padişahı nihayet görevden alınana kadar.