Mimar Sinan Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak, Star Gazetesi Açık Görüş bölümünde bugün kaleme aldığı yazıda, Ertuğrul Fırkateyni’nin Japon-Türk ilişkisine etkisini anlattı.
İşte Kızıltoprak’ın yazısı:
Ertuğrul Fırkateyni’nin trajik sonu Türkler ve Japonları müttefik yapmasa da birbirlerine yaklaştırdı. Ancak aradan geçen 130 yıldan fazla zamana rağmen Türklerin Japonları iyi tanıdığını söyleyemediğimiz gibi ekonomik ilişkilerin olması gereken düzeyden uzak olduğunu da görüyoruz.
Türk Japon İlişkileri Ertuğrul Fırkateyni’nin Uzak Doğu Programına kadar yüksek düzeyde değildi. Japonlar ve Türkler birbirlerini doğrudan edindikleri bilgiler vasıtasıyla tanımaya geç sayılabilecek bir devirde 19. yüzyılın ikinci yarısında başladı. Bununla birlikte, 11. yüzyılda ilk Japon haritasını çizen ve dünyadaki mevkisini gösteren Kaşgarlı Mahmud olmuştur. Divân-ü Lugâti’t-Türk isimli eserindeki dünya haritasında en doğuda bir ada olarak Japonya’yı çizmiş ve denizler aşılamadığı için bu ülkenin dillerini başkalarının öğrenemediğini kaydetmiştir.
Zamanımıza kadar gelen ve Japonlar tarafından çizilen ilk Japon haritası Kyoto yakınlarındaki bir tapınakta bulunan 1303 tarihli haritadır. Batılıların Japonya hakkındaki bilgileri Marco Polo (1254-1323) kaynaklıdır. Martin Behaim Amerika’nın keşfinden önce çizdiği 1492 tarihli haritada Japonya Marco Polo’nun verdiği bilgilerle gelişigüzel bir şekilde yer almıştır. İlk doğru Japon haritası 1750 yılında Sieur Robert tarafından çizildi.
Osmanlılar açısından Japonya’ya ilişkin ilk derli toplu bilgiler Katip Çelebi (ö.1657)’nin Cihannümâ adlı eserinde yer alıyordu. Japonların Osmanlı Türkleri hakkındaki bilgileri 1868 Meiji restorasyonu öncesinde feodal idarenin başı konumundaki Tokugava Şogunları’nın Hollandalı gemicilerden aldıkları önyargılı raporlara dayanıyordu.
BÜYÜK GÜÇ SİYASETİ
Değerli Hocam Selçuk Esenbel’in ifadesiyle “Japonların 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na olan ilgisinin tarihçesi, Japonya’nın büyük güç siyaseti dünyasına girişinde yararlandığı güdü, düşünce ve stratejileri yansıtır”.
Çağdaş dönemde, iki ülke arasında doğrudan ilişkilerin kurulması yönündeki ilk adımlar Japonlardan gelmiştir. Batılı güçlerin kurduğu küresel ticaret ve siyasal ilişki biçimi her iki ülkeyi de rahatsız ediyordu. Dünya ticaretinin serbestleşmesi sloganıyla hareket eden Batılı güçler kendi önlerindeki engelleri kaldırırken diğer ülkelerin çıkarlarını dikkate almıyorlardı. Bu baskıcı yaklaşım iki ülkenin siyasi ve ekonomik şartları değerlendirmek bakımından birbirlerini tanıma ve ilişki kurma sürecini başlatmıştır.
19. yüzyıl dünya için de uzun bir yüzyıl olmuştur. İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile yaptığı 1838 Baltalimanı Antlaşması gibi serbest ticaret antlaşmaları ABD’yi de etkiledi. ABD, Uzak Doğu’yu sömürgeleştirme politikaları bağlamında, Matthew Perry idaresinde 1853 ve 1854 yıllarında donanma göndererek Japonya’yı baskı altına aldı. Nitekim, Kanagawa antlaşmasıyla Japonlar limanlarını ABD gemilerine serbest hale getirdi. Ardından İngiltere, Hollanda, Rusya ve Fransa Japonya’yı serbest ticaret antlaşmaları yapmaya zorlayarak bu amaçlarına 1858 yılında muvaffak oldular.
Japonya Batılı güçlerin kültürel siyasal ve ekonomik baskılarına karşı koymak için pasif politikalardan vazgeçip atağa geçtiğinde dünya düzeni yeniden kuruluyordu.
RUS-JAPON ÇEKİŞMESİ
1853-1856 Kırım Savaşı’ndan yenilgiyle ayrılan Rusya ise İngiliz ve Fransızlarla çatışmadan bir süreliğine de olsa kaçınmak zorunda olduğunu görünce yönünü Uzak Doğu’ya çevirdi. Rusya’nın Trans-Sibirya demiryolu projesini hayata geçirmesi Mançurya topraklarında genişleme siyaseti güden Japonya’yı harekete geçirdi. Japonya’nın Kore’yi işgali Rusya ile savaşı kaçınılmaz kıldı. Nitekim, 1904’te başlayıp 1905’te biten savaşı Japonya kazandı. Rusya’nın daha ağır bir yenilgi alması söz konusu iken ABD araya girerek Japonya’yı barışa zorlamıştır. Japonya’nın zafer kazanması dünyanın doğusunda ve batısında büyük ilgiyle karşılanmıştır. Japonya Doğulu bir güç olarak sınırları Asya’dan Avrupa’ya uzanan ve Batılı ülke olarak değerlendirilmek isteyen Rusya’yı mağlup etmesi Osmanlı ve İslam coğrafyasında adeta sevinçle kutlanmıştır. Japonya 1868 yılından itibaren sürdürdüğü yenileşme programının etkisiyle kazandığı bu zafer neticesinde Batılı güçler tarafından sömürülen ülkelere ilham kaynağı olmuştur. Japonya Doğulu ama modernleşmiş bir ülke olarak İngiltere, Fransa ve ABD gibi emperyal bir güç olma siyasetinde kısa zamanda önemli bir mesafe almıştır.
MEİJİ RESTORASYONU
3 Şubat 1867’de 15 yaşında Japon tahtına oturan Mutsuhito “aydınlanmış yönetim” anlamına gelen Meiji sıfatını kullandı. İmparator Meiji 1912 yılına kadar süren devrinde Japonya’da iddialı bir restorasyon politikasını yürürlüğe koydu. Meiji bir yandan ülkesini Batılılaştırırken bir yandan da Batılı güçlerin sömürge siyasetlerine karşılık vermeye başladı. 1868’da Tokugawa Şogunluğu’nun 265 yıllık feodal rejimine son verdi. 1871 yılında toprak reformu yaparak feodal düzeni tümden ortadan kaldırdı. Bir yıl sonra yeni bir eğitim sistemi kurdu. 1889 yılında Japon anayasası ilan edildi ve ardından anayasal monarşik düzenin parlamentosu kuruldu. Yapılan yenilikler her alanda olumlu neticeler alınmasını sağladı ve askeri alanda da etkisini gösterdi. 1894-5’de Çin’e ve 1904-1905’te Rusya’ya karşı elde edilen zaferlerle Japonların askeri gücü kanıtlandı. Meiji Batılılaşma programı çerçevesinde Batıyı her yönüyle iyi tanımak, askeri ve sivil kurumlarını incelemek, kanunlarının asıl mantığını öğrenmek, teknolojik ilerlemenin esas ruhunu kavramak amacıyla ABD ve Avrupa’ya heyet gönderdi. Bu bağlamda, Osmanlı Devleti’ne de 1871’de Fukuichi Genichiro geldi. Onun yazdığı rapordan sonra İstanbul’a Japon diplomatların ilgileri arttı. 1876’da gelen bir Japon heyeti Dışişleri Bakanlığını ziyaret edip bakan ile görüştü.
GENİŞLEME SİYASETİ
Japon denizcilik eğitim gemisi “Seika” 1878 yılında İstanbul’a geldi. Haliç’te demirleyen gemi komutanı ve subayları büyük ilgi gördü. 12 gün İstanbul’da kalan gemi komutanı ile üç subay II. Abdülhamid tarafından birer Osmanlı nişanı ile ödüllendirildi.
1880’de İstanbul’a gelen Japon diplomat Yoshida Masaharu, Osmanlı başkentinde ilgi görmüş olsa da iki ülke arasında herhangi bir anlaşma imzalamaya muvaffak olmadı. Osmanlı Devleti padişahı II. Abdülhamit, Rusya ve İngiltere ile rekabet halinde hatta hasım durumda olan Japonlarla bir anlaşma imzalayarak söz konusu iki ülkenin tepkisini çekmek istemiyordu. Bunun farkında olan Japonlar, daha üst düzey bir heyet göndererek Osmanlı Devleti ile bir anlaşma yapmak istedi. Japonlar genişleme siyasetlerinde Rusya ile çıkarları çatıştığı için Türk dünyasına ve Orta Asya’ya el atmanın yollarını arıyordu. Zira Rusları Orta Asya’da meşgul ederse, Mançurya ve Asya’nın Pasifik kıyılarında Japonlar önemli bir rakiplerini saf dışı bırakabilirdi. Bu yüzden, Asya’daki Türkler ve Müslüman topluluklar ile işbirliği sağlamak için onlarla iletişim kurmanın yollarını arıyorlardı.
Fransızlar 1881’de Tunus’u işgal ederken Japon İmparatoru Prens Kato Hito’yu resmi bir heyet ile İstanbul’a göndermişti. II. Abdülhamid tarafından kabul edilen heyet padişahın kabul ettiği ilk resmi Japon heyetidir.
ERTUĞRUL FACİASI
Japonların 1871’den itibaren gösterdiği ilgiye karşılık vermede izlediği denge siyaseti bakımından Osmanlı Devleti güçlük çekiyordu. 1886’da Avrupa’ya bir seyahat düzenleyen İmparator’un kardeşi Prens Komatsu ve eşi 1887’de İstanbul’a da uğradı. II. Abdülhamit uzun yıllardır gelip giden Japon heyetlerine karşılık bir heyet hazırlayıp Japonya’ya göndermeye karar verdi. Heyetin bir Osmanlı gemisi ile yola çıkması, devletin uzak diyarlardaki etkisini dünya kamuoyuna yansıtması açısından bir fırsat olarak görüldü. Ertuğrul Fırkateyn’i Osman Paşa’nın Kafile heyeti başkanlığında ve Miralay Ali Bey’in kaptanlığında 600 civarındaki mürettebatıyla 14 Temmuz 1889’da İstanbul’dan törenle yola çıktı. Süveyş Kanalı’nda ve sonrasında yaşanan bir dizi kazanın üstesinden gelen Ertuğrul 7 Haziran 1890’da Yokohama Limanı’na vardı. II. Abdülhamid’in Japon İmparatoruna gönderdiği nişan ve hediyeleri büyük bir törenle takdim eden heyet, Tokyo’da yaklaşık iki ay kaldıktan sonra geri dönme kararı aldı. Gemi personelinden 13 kişi yakalandıkları koleradan kurulamayarak şehit olmuştu. Ancak, 15 Eylül 1890 tarihinde başlayan geri dönüş sırasında büyük bir felaket yaşandı. 16 Eylül’de Oşima kayalıkları yakınında tayfuna yakalanan Ertuğrul feci şekilde batmaktan kurtulamadı.
Mürettebattan 500’den fazla denizci şehit olurken 69 denizci de kurtulmayı başardı. Geminin ve kafilenin lideri Osman Paşa ve kaptanı Ali Bey bu feci olayda şehit oldu. Kurtulanlar ilk etapta taşra liman şehri olan Kobe’ye götürüldü. Japonya’da tedavi, barınma ve iaşeleri karşılanan heyetten sağ kalanlar üç ay sonra Hiei ve Kongo adlı Japon harp gemisiyle İstanbul’a döndü. 2 Ocak 1891’de ulaşan Japon gemi komutanı Japonya’da gazetelerin başlattığı kampanyada elde edilen taziye yardımına ilişkin meblağın çekini de Babıâli yetkililerine takdim etti.
İLK SEYAHAT VE ACI SON
Osmanlı tarihinde Japonya’ya yapılan ilk deniz seyahati büyük bir kaza ile sonuçlanmıştır. Bu kazayı facia olarak adlandıranlar olmuştur. Ancak, bu derecedeki önemli bir olay son yıllara kadar yeterince araştırma konusu olmamıştır. 1877-78 Osmanlı Rus Harbi ve 1912-13 Balkan Harplerinde alınan yenilgilerin tam ortasındaki bu kazadaki kayıpların acısı diğerleriyle kıyaslandığında neden çabuk unutulduğu anlaşılır.
Ertuğrul Fırkateyni, Japonya İmparatoru’nun uzun yıllardır beklediği bir ziyareti gerçekleştirmiş ancak dönüşünü tamamlayamamıştır. Uzak Doğu’ya Ertuğrul’un seyahatinin diğer amaçları ise Abdülhamid’in izlediği İslam Birliği siyasetinin ideolojik yansımasıdır. Abdülhamid Osmanlı padişahlarının Kırım’ın kaybından itibaren daha çok önemsediği halifelik unvanını dış politikadaki denge siyaseti bağlamında yeniden yorumlamaya başlamıştı. Bu bağlamda, Ertuğrul Fırkateyni İngiliz ve Fransız Sömürge idarelerinin etkin olduğu limanlara uğrayarak oradaki Müslüman topluluklara inancımız bir olduğu gibi işgalcilere karşı siyasetimiz de bir olmalı mesajı veriyordu. Süveyş, Cidde, Aden, Bombay, Seylan, Singapur, Saygon, Hong Kong ve limanlarında demirlediklerinde Osman Paşa ile bölgenin Müslüman liderleri görüşmek için can atıyorlardı. Yerel gazetelerde Ertuğrul hakkında haberler çıkıyor ve Paşa ile yapılan görüşmeler, Türk denizcilerin cami, mescit gibi yerleri ziyaret etmeleri olanca duygusallık içinde veriliyordu. Osmanlılar Rusya’yı kışkırtmamak için Ertuğrul’u bir okul ve eğitim gemisi olarak adlandırıyordu. Aynı zamanda, başta İngiltere olmak üzere Avrupalı güçlere karşı dünyada başka güçlü dostları olduğunu göstermek istiyordu. Bu bağlamda Japonya ile müttefiklik mesajları veriyor ve sömürge idarelerindeki Müslüman topluluklardan kayda değer olumlu tepkiler alıyorlardı.
MÜTTEFİKLİĞİ GÜÇLENDİRME
İngilizler ise ziyareti kendi çıkarlarının erozyona uğramaması açısından yorumladı. İngilizler 1882’de işgal ettikleri Mısır’da rahat etmek, Rusya’ya karşı Afganistan ve Hindistan’daki varlıklarını korumak için Japonya ile müttefiklik ilişkilerini güçlendirme yoluna gittiler.
Ertuğrul’un trajik sonu Türkler ve Japonları müttefik yapmasa da birbirlerine yaklaştırdı. Ancak aradan geçen 130 yıldan fazla zamana rağmen Türklerin Japonları iyi tanıdığını söyleyemediğimiz gibi ekonomik ilişkilerin olması gereken düzeyden uzak olduğunu da görüyoruz. Ertuğrul’un kahraman denizcileri hayatları pahasına bir yolculuğa çıkıp iki ülke arasındaki ilişkilerin temelini atmışlardı. Ruhları şad olsun. Onların ruhlarını şad edecek kültürel ve ekonomik ilişkiler artarak ilelebet sürsün…