İngiltere’deki Bath Üniversitesi’nin Finlandiya ve ABD’deki diğer üniversitelerle birlikte yaptığı bir araştırmanın sonucu ilgi çekici: İklim değişikliği yüzünden gençler endişeli ve çocuk sahibi olmakta isteksiz. Kuraklık konusu da önemli bir problem olmaya devam ediyor.
Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Latif Kurt, son yıllarda yaşanan kuraklığın 50 yıldaki en yüksek kuraklıklardan biri olduğuna dikkat çekerek, “2021, son 44 yılın en kurak yılı oldu. Türkiye kuraklıktan en çok etkilenecek ülkelerin başında geliyor” uyarısında bulunuyor.
Arizona Üniversitesi araştırmacıları ise gelecek 40 yılda ABD ve Avrupa kıtasında yer alan ülkelerde sel, yangın ve yüksek sıcaklık gibi aşırı iklim olaylarının yaşanacağına işaret ediyor. Son olarak BBC’de yayınlanan bir araştırma ise küresel ısınmanın boyutlarını net bir şekilde ortaya koydu. Yapılan araştırmaya göre, sıcaklığın 50 santigrat derecenin üzerine çıktığı gün sayısı son 40 yılda tam iki katına çıktı. Örneğin 1980 ila 2009 yılları arasında yılda 14 gün 50 derece üzerini gösterirken, 2010 ila 2019 yılları arasındaki bu sıcaklıktaki gün sayısı tam 26’ya ulaştı. Peki, bizi gelecekte neler bekliyor? Önemli bir iklim kriziyle mi karşı karşıyayız? İklim değişikliğiyle nasıl mücadele edebiliriz? Konuyu Prof. Dr. Orhan Şen ve Doç. Dr. İsmail Dabanlı Milliyet Gazetesi’nden Mayk Şişman’a değerlendirdi.
‘EVET, ‘ÖNEMLİ BİR İKLİM KRİZİ YAŞANIYOR’ DİYEBİLİRİZ’
“Evet, şu anda önemli bir iklim krizi yaşanıyor diyebiliriz…” Bu sözler Prof. Dr. Orhan Şen’e ait. Şen, 1981 ila 2010 yılları arasında Türkiye’deki sıcaklık ortalamasının 24.5 derece iken şu anda bu rakamın 26 derece olduğunu söylüyor. “Bu veri bize ısınmanın olduğunu net bir şekilde söylüyor” diyen Şen, geçen ay son 50 yılın en sıcak 6’ncı ağustos ayını yaşadığımızı hatırlatıyor. Şen, “Bu yıl 22 meteoroloji istasyonu yeni ekstremler yaşadı, rekorlar kırıldı. En yüksek sıcaklık Cizre’de 47.5 derece, Marmaris’te 45.5 derece, Kastamonu’da 41 derece ölçüldü. Sarıkamış en soğuk ilçelerimizden ama orada bile 40.8 dereceye ulaşıldı” diyor.
‘TROPİK GECE SAYILARINDA ARTIŞ VAR’
Prof. Dr. Orhan Şen’in tam da bu noktada önemli bir uyarısı var. Küresel ısınmanın göstergesinin maksimum değil, minimum sıcaklıklar olduğunu söylüyor. Prof. Şen, “Küresel ısınmanın göstergesi maksimum sıcaklıklar değil minimum sıcaklıktaki artıştır. Eğer siz küresel ısınmanın göstergesine bakmak istiyorsanız minimum sıcaklıklardaki farklara bakmanız gerekir” diyor.
Küresel ısınmanın etkilerine bakmak için tropik gece ölçümlerine bakılması gerektiğini vurgulayan Şen, şunları ekliyor:
“Tropik gece minimum sıcaklığın 20 derecenin üzerinde olduğu derecedir. Tropik gece, güneş doğmadan iki saat önce ölçülür. Türkiye’de tropik gece sayılarında artış var. İstanbul’da bile bu sene temmuz ve ağustos aylarında 18 gece tropik gece olarak yaşandı.”
‘2 DERECEYİ AŞARSA FRENİ PATLAMIŞ KAMYON GİBİ YOKUŞ AŞAĞI GİDERİZ’
“Bir iklim krizi yaşandığını net bir şekilde söyleyebilir miyiz?” sorusuna ise Prof. Şen’den çarpıcı bir yanıt geldi: “Evet, şu anda önemli bir iklim krizi yaşanıyor diyebiliriz. Geçtiğimiz 10 yıl dünyanın en sıcak 10 yılı oldu. Önemli bir iklim krizi var, hatta bu krizi iliklerimize kadar yaşıyoruz.”
Peki, küresel ısınmaya karşı farkındalık yaratmakta ne kadar başarılıyız? “Sivil toplum kuruluşları, öğretmenler bu farkındalığı yaratmak için uğraşıyorlar ama iklim krizinde esas karar vericiler hükümetlerdir. Küresel çapta tüm hükümetlerin bu farkındalığı yaratması lazım” diyen Şen, Paris Anlaşması’nın en önemli maddelerinden biri olan ‘küresel ısınma artışını 1.5 derecede tutmak’ maddesini hatırlatıyor.
Prof. Dr. Orhan Şen, “Bu artış hızının 2 dereceyi aşmaması gerekiyor. Eğer 2 dereceyi geçerseniz freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı gidersiniz. 2 derecelik bir artış dünyada tarımsal açıdan önemli bir eşiktir. Evet, 1.5 derece ile başa çıkabilir ve uyum sağlayabiliriz. Ancak artış hızının 2 dereceyi asla aşmaması gerekiyor” diye devam ediyor.
‘GÖLLERİN ÜZERİNE GÜNEŞ ENERJİSİ PANELLERİ KOYULMALI’
Gerek sanayi üretimi gerekse nüfus sebebiyle 150 yıl önceki değerlere geri dönemeyeceğimizi hatırlatan Prof. Şen, uyum projeleri geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor. “İlk olarak kuraklığa çare bulunmalı” diyen Prof. Dr. Orhan Şen, “Yağış, su ve tarımsal alanlar yetmiyor. Suyu tutmanız lazım. Yağan yağmur suyunu tutup yağmur hasadı yapmanız gerekiyor. Buharlaşma kayıplarını önlemeniz lazım” vurgusunda bulunuyor. Küresel ısınmayla birlikte yüzde 20 olan buharlaşma kayıplarının yüzde 30’lara çıktığını söyleyen Orhan Şen, buna çözüm olarak güneş enerjisi panellerini öneriyor. Şen, “Buharlaşmayı önlemek için örneğin göllerin üzerine güneş enerjisi panelleri koyulmalı. Bu şekilde yüzde 50 oranında önlersiniz. Buharlaşma yüzde 30’sa bu oranı yüzde 15’e çekersiniz” diyor.
‘VAHŞİ SULAMADAN KESİNLİKLE VAZGEÇİLMELİ’
Uyum projelerinde başka neler yapılmalı? “Tarımda sulama planlı olmalı” diye Prof. Şen, bunun sebebini şöyle açıklıyor:
“Kanallarla vahşi sulamayı bitirmemiz lazım. Gölden sulama barajından açık kanallara su veriyorsunuz. Bu da buharlaşmaya sebep oluyor. Kapalı kanallara çevirmeniz lazım. Çiftçiye damla sulama ve yağmurlama sulamayı şart koşmanız gerekiyor.”
Vahşi sulamadan kesinlikle vazgeçilmesi gerektiğini vurgulayan Şen, “Hangi ürünlerin yetiştirileceğinin planlanması lazım. Çok su gerektiren ürünler yerine az su gerektiren ürünlerin üretimine geçilmeli” diye devam ediyor.
‘KANSER GİBİ YAVAŞ YAVAŞ İLERLİYOR’
Küresel ısınmayı ‘sinsi bir afet’ olarak tanımlayan Prof. Dr. Orhan Şen, “Küresel ısınma kanser gibi yavaş yavaş ilerliyor” diyor. Türkiye’de doğal afetlerin meydana gelmesinin sebepleri arasında küresel ısınmanın da etkisi olduğunu söyleyen Şen, Akdeniz iklimi yerine artık yarı kurak iklim özelliğine girdiğimize dikkat çekiyor.
“Biz Türkiye olarak Akdeniz iklimi etkisindeydik. Kuzey bölgelerde tropik gece sayısı temmuz ve ağustos aylarında, ayda 4-5 günü geçmezdi” diyen Şen, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Şimdi yaz aylarına mayıs ve eylül de eklendi. Yaz ayları demek illa 45 derece sıcaklık olması anlamına gelmiyor. Yaz ayları genişledi, bahar ayları ortadan kalktı. Küresel ısınmanın meydana getirdiği yarı kurak iklim özelliğine girdik. Akdeniz ikliminden çıktık ve artık yarı kurak iklim özelliğine girdik.”
‘KÖTÜ SENARYO DEVAM EDERSE 2070-2080 YILLARINDA…’
“En kötü senaryoda neler olur?” sorusuna Prof. Dr. Orhan Şen, “Küresel ısınmanın 4-5 dereceye ulaşması demek tropik iklimin kuzey 400-500 kilometreye ulaşması demek. Bu senaryo gerçekleştiğinde güney bölgelerimiz tropik iklimin etkisi altına gireceği anlamına geliyor. Paris Anlaşması yerine getirilmezse bu senaryo gerçek olacak. Kötü senaryo devam ederse 2070-2080 yıllarında küresel ısınma 4-5 dereceye ulaşabilir. Bu ihtimal gerçekleştiğinde 2070-2080 yıllarında Türkiye’nin özellikle güney bölgeleri tropik iklimi etkisi altına girecek” diye belirtiyor.
‘BEYİN KANAMASI VAKALARI HAT SAFHAYA ÇIKIYOR’
Türkiye’de bu yıl 2 adet sıcak hava dalgasının yaşandığını söyleyen Prof. Dr. Orhan Şen, artan sıcaklıkların orman yangınlarına davetiye çıkardığını belirtiyor. “Orman yangınları, küresel ısınmanın sonuçlarından biridir” diyen Şen, ekosistem uyarısında bulunuyor:
“Orman yangınları demek bitki ve hayvanların yok olması demektir. Bu önemli bir sağlık problemidir. Yaşanan felaketlerle oradaki ekosistemi bitiriyorsunuz. Ekosistemin yok olması demek bu ekosistemden yararlanan insanların da fakirleşmesi demektir.”
Artan hava sıcaklıklarının insan sağlığını da olumsuz yönde etkilediği uyarısında bulunan Şen, “Yaşanan sıcaklık artışı, insan sağlığını da olumsuz etkiliyor. Örneğin beyin kanaması vakaları hat safhaya çıkıyor. Sıcak hava dalgalarından Fransa’da 2003 yılında 35 bin kişi öldü, Avrupa ‘da 70 bin kişi öldü. Türkiye’de bu sıcak hava dalgalarının yarattığı ölüm oranları da artıyor” ifadelerini kullanıyor.
‘GÜNEYDOĞU’DA CİDDİ SORUNLAR YAŞANABİLİR’
Yaşanan sıcaklık artışının vektörel hastalıklara davetiye çıkardığını söyleyen Şen, “Sivrisinekler, yılanlar ve kenelerin popülasyonunda artış meydana geliyor. Sivrisinek sıtma denilen hastalığı yayıyor biliyorsunuz. Küresel ısınmadan dolayı sivrisinekler 500 metre daha yüksekte hayatlarını sürdürmeye başladı. Küresel ısınma artışının 2 dereceyi aşması, Türkiye’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin vektörel hastalıklarla baş edemez duruma gelmesine yol açabilir” diyerek tehlikeye dikkat çekiyor.
Peki, bireysel olarak küresel ısınma ile nasıl başa çıkabiliriz? Buna “Müsriflikten kaçınmalıyız” cevabını veren Şen, “Herkesin ‘Ben bu hareketi yaptığım zaman çevreye nasıl bir etkim olacak?’ diye düşünmesi gerekiyor. Müsriflikten kaçınmalıyız. Daha az elektrik ve su harcarsak iklim krizine karşı bireysel olarak önemli bir katkı sunmuş oluruz. En basit örnek olarak yakın mesafeye yürüyerek ya da bisikletle gitmek bile çok önemli bir önlemdir” açıklamasında bulunuyor.
‘TANSİYON VE KALP KRİZİ VAKALARI ARTABİLİR’
Doç. Dr. İsmail Dabanlı da ciddi bir iklim krizinin yaşandığına dikkat çekiyor. Tuz Gölü ve Akşehir gibi göllerinin alarm verdiğini belirten Dabanlı, “2021 yılında ağustos ayı uzun dönem ortalamalarını 22 istasyonda geçerek rekor tazeledik. Türkiye’de 2021 yılı ağustos ayı, son 50 yılın en sıcak 6’ıncı ağustos ayı olarak yaşandı. Batı Karadeniz sel felaketinde özellikle Bartın’da 1 (133.8 mm), 2 (210 mm) ve 3 (252.8 mm) saatlik yağışlarda rekor tazeledik. Önemli bir iklim krizi değil, iklim buhranının zirvesine doğru çıkıyoruz” yorumunda bulunuyor.
Sıcaklık artışı sebebiyle oluşacak sıcak hava dalgalarının yaşlılarda önemli sağlık problem problemleri doğuracağını vurgulayan Dabanlı, özellikle tansiyon, kalp damar hastalıkları ve kalp krizi vakalarında artış yaşanacağına dikkat çekiyor. Sık ve bol miktarda içilmesi gerektiğini söyleyen Dabanlı, “Özellikle bağıl nemin çok düşük olduğu ve hava sıcaklığının 40 santigrat derecenin üzerinde seyrettiği bölgelerde ve gündüz sıcaklıklarının en etkili olduğu saatlerde (10:00-16:00) dışarı çıkma konusunda tedbir alınmalı” diyor.
‘AKCİĞERLE İLGİLİ HASTALIKLAR DA ÇOĞALACAK’
Sıcaklık artışıyla birlikte birincil derecede sera gazlarının miktarının atmosferde çoğalacağına işaret eden Dabanlı, partikül madde (PM2.5 ve PM10), Ozon (O3) CO ve SO2 gibi gazların da konsantrasyonlarının artacağını söylüyor. Dabanlı, “Solunum yolları ve akciğer kaynaklı hastalıkların özellikle astım, zatürre gibi akciğerle doğrudan ilişkisi olan hastalıkların artması muhtemeldir” diyor.
‘AVRUPA VE TÜRKİYE’YE GÖÇ DALGASI YAŞANABİLİR’
Hava sıcaklıklarının artmasının orman yangınlarına zemin oluşturduğunu belirten Dabanlı, “En küçük bir kıvılcım ya da gelişi güzel atılmış cam şişeler mercek etkisiyle kuru otları tutuşturma kapasitesine sahiptir” diye konuşuyor.
Özellikle temiz içme suyu havzalarında meydana gelecek orman yangınlarının arkasında bıraktığı kül ve atıkların yeraltı suyuna ve yüzey akışla içme suyu barajlarına iletildiğini belirten Dabanlı, deniz suyu sıcaklıklarındaki artışa karşı şöyle uyarıyor:
“Deniz suyu sıcaklıklarının artması, toksik alglerin ve patojenlerin deniz ekosisteminde popülasyonunun artmasına zemin hazırladığından buna bağlı pek çok hastalık gelişebilecektir.”
İklim değişikliği yüzünden su ve gıdaya erişimin ciddi oranda tehdit altında olduğuna dikkat çeken Dabanlı, özellikle Afrika ve Güney Asya bölgelerinden Avrupa ve Türkiye’ye göç dalgasının beklendiğini belirtiyor. Dabanlı, “Nispeten daha fakir ülkelerden göç yoluyla gelecek insanların taşıyacağı bulaşıcı hastalıklar toplum sağlığını tehdit edebilecektir” diyor.
‘PSİKOLOJİK SORUNLAR ORTAYA ÇIKABİLİR’
Sürekli doğal afetlere maruz kalmanın can ve mal kaybı kadar toplum psikolojisini de olumsuz yönde etkileyeceğini belirten Dabanlı, “İklim değişikliği etkisiyle özellikle ekonomik olarak da zarar görmüş insanların sosyolojik ve psikolojik davranış bozuklukları göstermesi muhtemeldir. Aşırı iklim olaylarına bağlı mental rahatsızlıklar ve sinirlilik muhtemel rahatsızlıkların başında sayılabilecek potansiyeldedir” diyor.
‘İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ARKASINDA TÜKETİM ÇILGINLIĞI VAR’
İklim değişikliğinin arkasında bir tüketim çılgınlığının yattığına dikkat çeken Dabanlı, bunu şu şekilde anlatıyor:
“Hep ‘daha çok kazanalım’, ‘daha büyük yapalım’, ‘daha çok yiyelim’, ‘daha çok içelim’ derseniz bunun karşılığı olarak çeşit çeşit afetlere maruz kalırsınız. Daha çok ısınırsınız, daha çok orman yangınları söndürmekle uğraşırsınız, daha kurak olursunuz, kuraklık yüzünden daha çok gıdaya para ödersiniz, sellerin, heyelanların arkasından yeniden imar etmekle, onarmakla uğraşırsınız. Bu kaçınılmaz…”
‘İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ YAVAŞLATMAK ÇOK ZOR’
Doç. Dr. İsmail Dabanlı, iklim değişikliğini yavaşlatmanın çok zor olduğu görüşünde. Bunun sebebini “2050 yılına kadar Sanayi Devrimi’nden bu yana dünyanın ortalama sıcaklığının 1.5 derecede sabit tutma hedefimiz var ama maalesef bu hızla emisyonlar artarsa Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre bile 2025-2030 yılları arasında çoktan 1.5 derecelik sıcaklık artışına ulaşmış olacağız” diyerek açıklıyor.
Küresel ısınma ile küresel çapta bir mücadelenin şart olduğunu söyleyen Dabanlı, “Küresel ısınmada Türkiye’nin katkısı ve sorumluluğu %1 mertebelerinde. Karbon nötr bir ülke haline gelsek bile bu sıcaklık artışı kaynaklı olağanüstü olayları yaşamaktan kaçamayız. Yapacağımız tek şey, iklim değişikliğine her alanda uyum sağlamak ve yaşanabilecek olumsuzlukları minimize etmek için tedbir almaktır” bilgisini paylaşıyor.
‘KARADENİZ BÖLGESİ DIŞINDAKİ TÜM BÖLGELER KURAKLAŞACAK’
Türkiye’yi gelecekte neler bekliyor? Dabanlı, Karadeniz bölgesi haricinde Türkiye’deki tüm bölgelerin kuraklaşacağını ve daha çok orman yangınının yaşanacağını söylüyor. Karadeniz’in sel riski altında olduğunu söyleyen Dabanlı, gıda fiyatlarıyla ilgili şu uyarıda bulunuyor:
“Bazı gıda maddelerinin özellikle çok su tüketen üretimi maliyetli olacağı için üretiminde azalmalar görülebilir. Gıda fiyatları hem elektriğe hem de suya bağlı olduğu için daha pahalı olacaktır.”